Sık Kullanılanlara Ekle

Y a z a r Ç i z e r: Farklılıkların Güzelliği

4 Mayıs 2012 Cuma

Farklılıkların Güzelliği



Hucurat Sûresi'nin 13. âyetindeki mealen "Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere ayırdık." ifadesini, uzun zamandır anlamakta güçlük çekerdim. Hattâ kendi kendime sorardım: Hâşâ, mademki tanışacaktık birbirimize sahip çıkacaktık, o zaman niçin farklı farklı yaratıldık? Benzer yaratılsaydık; tek ırk, tek soy, tek millet olsaydık; daha kolay tanışıp, daha kolay kaynaşıp birbirimize daha iyi sahip çıkmaz mıydık? 


Allame Hamdi Yazır sözkonusu âyetteki "milletler ve kabileler" hâlinde yaratılmayı yorumlarken bu kelimelerin etimolojik mânâsına dikkat çeker. Çünkü âyette kullanılan kabile-kabail, kafatasını meydana getiren kemiklere ve şa'b-şube ise onların kavuşma yerlerine de işaret eder. Bu kemiklerin ve bağlantı yerlerinin fonksiyonu, birliktelik içinde daha da sağlamlaşarak başın ve beynin muhafazasını üstlenmedir. Benzer şekilde, kabileler ve şubeler şeklinde yaratılmanın hikmeti ayrışmaya değil dayanışmaya vesile olmasıdır. Bediüzzaman da Mektubat adlı eserinde bu âyeti aynı şekilde yorumlamıştır. Bu âyet insanları birbirlerine karşı kin, nefret ve düşmanlığa değil, aksine birbirlerini tanımaya, birbirlerine yardım etmeye, birbirlerinin imdadına koşmaya davet eder. 
Aslında âyetin mânâsı çok açık ve farklı yaratılmanın hikmetlerini anlamak da çok kolay görünüyorken; gerek beşerî zaaflar, gerek yetişme tarzı, gerek siyaset ve ideolojilerin zihinleri kirletmiş olması, ırkçılığı insanların çoğunun hücrelerine kadar yerleştirmiş, söküp atılması zor bir ur ve bulaşıcı bir virüs hâline getirmiştir. Yıllardır, farklı yaşlardaki talebelerime sınıflarda soruyorum: Dünyada sadece tek çiçek türü olsaydı, meselâ gül veya sümbül, iyi olur muydu; tek kuş türü olsaydı, meselâ kanarya veya karga, güzel olur muydu; tek balık türü olsaydı, mesela hamsi veya tirsi, iyi mi olurdu; tek meyve olsaydı, tek sebze olsaydı, domates veya patates? Hepsine de verilen cevap: Hayır!

İnsan soyuna geldiğimizde de Hamdi Yazır'ın: "Şube ve kabilelere ayırış, daralıp daralıp dağılmak, dövüşmek ve sövüşmek için değil, tanışıp yardımlaşarak sevişmek ve güzel ahlakı tatbik ederek daha büyük, daha güzel topluluklar meydana getirip korunmak içindir." dediğine şahit oluyoruz. O hâlde, dünyada sadece beyaz, siyah veya sarı tenli insanlar olsaydı daha mı iyi olurdu veya sadece Türkler olsaydı veya sadece Araplar, Kürtler, Gürcüler, Çerkezler, İngilizler, Almanlar, Rumlar olsaydı her şey daha mı güzel olurdu?

Bir iki fanatik talebenin dışında bütün sınıf, koro hâlinde yine "Haayııır!" diyor. "Niçin?" diye sorduğumda, birkaç saniye düşündükten sonra; kimisi sporda, kimisi sanatta, kimisi de bilimde bir gelişme ve ilerleme olmazdı diye basitçe cevap veriyor. Aynı şekilde, "Biz hepimiz, bütün insanlar birbirimize benzeseydik; kaşımız, gözümüz, sesimiz, boyumuz posumuz, huyumuz, zevklerimiz hep aynı olsaydı, iyi olur muydu?" sorusuna da "Hayır!" cevabını veriyorlar. Sadece kardeşlerinizle aynı olsaydınız; iki, üç, dört, beş kardeşinizle tek yumurta ikizleri gibi benzeşiyor olsaydınız? Güzel olur muydu? Cevap, yine Hayır! Tekrar soruyorum: Peki, sizler şu ânda sınıfta bulunanlar hepiniz, eğer mümkün olsa da kardeş olsaydınız aynı sınıfta okumak ister miydiniz? Evde, çarşıda, pazarda, işyerinde sürekli beraber olmak, birlikte yaşamak ister miydiniz? Bu defa daha yüksekten ve firesiz "Hayır!" diyorlar. Benzer ama biraz farklı bir soru ile "Bir benzerinizin olmasını ister miydiniz?" dendiğinde de bir iki meraklının dışında yine koro hâlinde "Hayır!" cevabını veriyorlar.

Talebelerime sorduğum ve çok basit gibi görünen bu sorulara aldığım cevaplar, bize tefekkürsüzlüğümüz sebebiyle biraz kapalı gibi görünen o âyetin binler hikmetlerinden birini güzel bir şekilde açıklıyor: Tek renk, tek ırk, tek dil olsaydı ne çekilmez bir hayat, ne katlanılmaz bir dünya olurdu. İşte var olmamızın 'özel'liği ve 'güzel'liği, "öteki"nin ve "ötekiler"in var olmasına bağlı. Bizi "biz" yapan ayrı ayrı kişilik ve kimliklerde oluşumuz da farklı yaratılmış olmamıza bağlı değil midir? Hâlık-ı Hakîm hep bu dengeyi kurmuş. Erkek olmasa kadının, kadın olmasa erkeğin; Türk, Arap, Acem, Gürcü ve Çerkez olmasa Kürt'ün; Arap, Acem, Kürt, Çerkez, Gürcü, Alman, İngiliz, Rum ve Rus olmasa Türk'ün başlı başına bir kıymet-i harbiyesi olmayabilirdi. Hattâ aynı ırkın farklı boylarının olması da aynı sebebe ve hikmete yönelik olsa gerektir. Kırgız, Tatar, Oğuz, Kıpçak, Azeri, Türkmen gibi aynı ırkın farklı renklerinin olması, o millet için bir kusur bir noksanlık değil, tam aksine büyük bir zenginliktir.

Eğer başka soylar, boylar, milletler olmasaydı, bizim farkımız veya değerimiz nasıl anlaşılacaktı. Kıyaslamak ve karşılaştırmak, ancak ve ancak başkalarının varlığıyla mümkündür. Çoğu zaman çocukça bir psikolojiyle gizli veya açık, birbirimizin yahut ötekinin kaşını, gözünü, yürüyüşünü, duruşunu, konuşmasını, anlayışını yadırgıyoruz, beğenmiyoruz; ama buna karşılık hiç kimsenin de kendimize benzemesini istemiyoruz. 

Anlaşılan odur ki, erkek ve dişi yaratılmanın hikmeti iyi anlaşılırsa, yani farklılık olmadan hayatın bir tadı olmayacağı idrak edilirse, soy soy yaratılmadaki hikmetlerin de şuuruna varılacaktır. Parmak izinin, korneanın, genetik şifrenin ve ses tonunun hiç kimseye benzememesinin hikmetleri ne çarpıcıdır! Öte yandan, bütün fertlerinin her şeyleriyle eşit ve denk olduğu bir toplulukta, dinî muamelâtın gerçekleştirilmesi imkânsız olurdu ki, bu da dünya hayatının yaratılış hikmeti olan imtihan sırrının iptali mânâsına gelecekti. 

Tanışma ve anlaşmanın ilk şartı zaten farklı olmak değil midir? Aynı olanların tanışmasının ne mânâsı ne de bir gereği vardır. İşte hikmetin çoğu burada gizlidir! Bütün bu delil ve örneklere rağmen kendi soyumuzdan başkasını beğenmemek, hor görmek ve "Ey Allah'ım 'şunları' ve 'bunları' yaratmanı anlıyorum; ama 'onları' niçin yarattın!" diyebilmek ve böyle bir düşünceyi bırakınız dillendirmeyi, zihnimizden bile geçirmek Âlemlerin Rabbi'ne karşı en azından ciddi bir hürmetsizlik olacaktır. Kâinattaki ve hayattaki her türlü farklılık, Rabb'imizin güzel isimlerinin tecellisi olduğu dikkate alındığında, bize ancak Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi: "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler. Zannetme ki gayreyler, arif onu seyreyler." demek düşer. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara