Sık Kullanılanlara Ekle

Y a z a r Ç i z e r: Londra

4 Mayıs 2012 Cuma

Londra

Birleşik Krallık ile ilgili ilk yazım İskoçya üzerineydi ve bu yazıda Büyük Britanya ile Birleşik Krallık arasındaki farkı pub’ın birinde bana soran bir İngilizin dilinden paylaşmıştım: “What is the fucking difference between Great Britain and United Kingdom?” Bu cevabı İskoçya yazımda bulabilirsiniz. (CTRL + buraya tık) Bu defa da Birleşik Krallığın ve Britinya İmparatorluğu'nun başkenti Londra'yı anlatmaya çalışarak Great Britain yazılarımı tamamlıyorum.

Londra Gezisi
Londra'ya ilk kez bundan 14 yıl önce, American Airlines'da çalışırken, 24 saatten az bir süreliğine iş için gitmiştim. Roma ve Istanbul'dan sonra yakın tarihin üç “İmparatorluk Şehri”nden biri olan bu şehirde ilk kez gidenlerin yaptığı gibi metroyla, ya da İngilizlerin tabiriyle “tube” ile Picadilly Circus'a inip, buradan Regent Street'den yürüyerek Trafalgar Meydanına gitmiş, Big Ben'i uzaktan görmüş, sahilden devam edip Soho üzerinden Oxford Street'e gelmiş ve sonundaki Marble Arch'dan gerisin geriye havalimanı yakınındaki otelime dönmüştüm. Bu bahsettiğim hızlı tur Istanbul'a gelen bir turistin tramvay ile Sultanahmet'e gelmesi, yürüyerek Eminönü’ne geçip Kapalıçarşı içinden Beyazıt'a çıkması ve havalimanına dönmesi gibi bir şey. Yani aslında Istanbul'u görmüş ama görmemiş olmak gibi.

Londra'ya 1995-2005 döneminde bir çok defa gittim, en kısası bir gün en uzunu bir ay olmak üzere toplamda belki de 3-4 ayımı geçirmişimdir. Her gidişimde farklı bölgelerde kaldığım, farklı insanlarla tanıştığım için Londra'yı da farklı açılarından keşfetme fırsatım oldu. Bu büyük, güzel, karmaşık, çok farklı ve benzersiz şehri New York yazımda olduğu gibi harita üzerinden anlatacağım. Ama önce şehrin biraz tarihçesine ve coğrafyasına gözatalım ki nasıl bir şehirden bahsettiğimizi daha iyi kavrayalım...

Geçmişe Bakış
Roma İmparatorluğu'nun Britanya adasındaki şehirlerinden biri olan Londra, ya da eski adı ile Londonium’un M.S. 43 yılında Cladius'un fethi ile yerleşimin başladığı kabul ediliyor.1 Thames nehrinin kenarında kurulan şehir o gün bu gündür bölgenin en önemli yerleşim bölgesi olmuş ve nehrin her iki yanında uzanan düzlük ve sulak alanda genişlemeye devam etmiş. National Geographic'de izlediğim bir belgeselde o dönemde Thames'e akan bir çok derenin sonradan üzerinin kapatılarak kanalizasyon olarak kullanılmaya başlandığı anlatılıyordu. Yani şehrin altında bugün bile kimsenin farkında olmadığı derelerin aktığı bir gerçek...
5. yüzyılda sesiz sedasız Anglo-Sakson hakimiyetine giren şehir 1880'lerde bir dönem Danimarka işgali altında kalmış. 1066'da yaşanan son istila hareketinden bu yana bir daha yakılıp yıkılmamış ve gelişmeye devam etmiş. 11. yüzyılda başkent olarak en büyük atılımını gerçekleştirmiş. Ortaçağ’a denk gelen bu dönem tarihi filmlerde izlediğimiz çeşitli kraliyet entrikaları, savaşlar ve politik çalkantılarla geçmiş.

15. yüzyıla baktığımızda ise bambaşka bir Londra çıkıyor karşımıza. Dünyaya hükmeden Britanya İmparatorluğunun başkenti o günlerde dünyanın da en önemli başkentiydi diyebiliriz. Krallık bu dönemde dünya üzerindeki en büyük sömürgeci ve emperyalist güç olarak Hindistan, Avustralya, Yeni Zelanda, Hong Kong, Mısır, Kıbrıs, Jamaika ve hatta Kuzey Amerika'yı buradan yönetiyordu. Bu durum 20. yüzyılda değişmiş olsa da bugün Londra hâlâ bir İmparatorluk şehri olmayı sürdürüyor.

Londra'yı keşfedelim...
Londra hakkında daha detaylı ve faydalı önerlilere geçmeden önce önemli bir noktayı belirtmek istiyorum; Hiç kimse Londra'yı tam olarak bildiğini idda edemez.

Londra gayet büyük bir şehir ve bu şehri nasıl gezeceğiniz kalacağınız yere göre değişir. Benim senaryomda merkezde bir otelde kaldığınızı varsayacağız. Şunu da söyleyelim, gece kulüplerine gitmek dışında Güney Londra ile işiniz pek olmayacak. Aynı şekilde bir tanıdığınız veya özellikle gideceğiniz bir adres yoksa daha çok Türklerin ve diğer azınlıkların yaşadığı Kuzey Londra’ya da pek uğramayacaksınız. Bir başka deyişle Londra'daki hayatınız şehrin Doğu-Batı ekseninde geçecek. Dolayısıyla haritaya bir kez daha bakıp soldan sağa hafif kavisli hayali bir çizgi çekin... işte keşfedeceğiniz Londra bu alanda yeralıyor.

Londra'ya ilk kez gidiyorsanız muhtemelen bir tur ile gidiyorsunuzdur. Bu kötü bir şey değil elbette. Neticede Türkiye'de yurtdışı tatili yapabilecek gelir düzeyini yakalayabilen insanların gittiği ilk üç hedef Paris, Londra ve İtalya'dır ;) Aslında bu durum yarım günlük bir şehir turunu da beraberinde getirir ki bu da oryantasyon için faydalıdır. En azından görülecek yerlerin bazılarını bu sayede aradan çıkarmış olursunuz ve sonraki günlerde farklı yerlere gitmek için program yapabilirsiniz. Bahsettiğim yarım günlük şehir turu muhtemelen yukarıda bahsettiğim benim hızlı Londra turuna benzer bir gezi olacaktır.

Gelelim şehri keşfetmeye ve gerçek anlamda gezmeye. Bunu yapabilmek için önce metro sistemini çok iyi anlamak gerekiyor. Taksiye binmeyi aklınızdan bile geçirmeyin çünkü inanılmaz pahalıdır. Londra metrosu dünyanın en iyi toplu ulaşım sistemlerinden biridir. Zone mantığı ile işler. Yapmanız gereken şey gideceğiniz yerleri içine alan zone'larda geçerli 3 günlük ya da haftalık bilet almak. Bizdeki gibi tek hat değil, birbirlerini birden fazla noktada kesebilen 6-7 hat (line) bulunuyor. (Bkz: Ulaşım)

Güne Oxford Street'te dolanarak başlayabilirsiniz. Burası Londra'nın Bağdat Caddesi ya da İstiklal Caddesi'dir. Sağlı sollu dükkanlar, burada olan olmayan pek çok markanın flagship store'ları burada sıralanmıştır ve bir alışveriş çılgınıysanız sizi kesinlikle baştan çıkartabilir. Fakat dikkat! Londra gerçekten çok pahalıdır. Amerika'yı bilenler için söyleyeyim 20$'lık bir t-shirt Londra'da 20£'dur. Yolun sonunda, sağda Selfridges mağazasını göreceksiniz. Hızınızı almışken girin ve biraz daha bakının. Acıktıysanız mağazanın cafe'sine buyrun; bizim damak tadımıza uygun yemekleri olan hem hoş hem de hesaplı bir cafe’dir. Eğer hava güzelse dışarı çıkmanızı öneririm. Hemen ileride göreceğiniz Pret a Manger'den ya da Tesco'dan alacağınız üçgen sandviçlerle az ilerideki Hyde Park'ın çimlerine yayılabilirsiniz. Burası Londra'nın en meşhur parkıdır. Devamında ünlü Kensington Gardens vardır. Burada insanların hiç bir kısıtlama olmadan konuşma yaptıkları “Speaker's Corner” son derece ilginç bir mekan. Ve bu mekanda Kraliyet Ailesi de eleştiriliyor, hükümetin işçi politikası da, belediye başkanının pembe gömleği de... atış serbest.

Hyde Park ile Kensignton Gardens'ı ayıran yoldan aşağı indiğinizde kırmızı kubbesi ile Royal Albert Hall' dikkatinizi çekecek. Burası bir çok sanatçı için muhtemelen benim için olduğundan çok daha fazla şey ifade ediyor. Şanlıysanız ve güzel bir konser yakalayabiliyorsanız kaçırmayın, bilet alın. (Bu bileti işi aslnda biraz ince bir iş, aşağıda ayrı bir bölümde anlatacağım) Aynı bölgede Science Museum, Victoria & Albert Museum ve ülkemizde de şubesi olan ünlü Harvey Nichols bulunuyor. Hâlâ alışveriş yapma derdindeyseniz biraz aşağıda Prenses Diana'nın sevgilisi Dodi El Fayed'in ailesine ait meşhur Harrods mağazası var. Girin ve özellikle gıda bölümünde bizim Ege incirinin fiyatına bir bakın. Şaşırmak ne kelime, şok olacaksınız. Ama gezin tabi... belki bir sizin de bir Harrods Teddy Bear'iniz olur. (Harvey Nichols Istanbul'da müşterim olduğu için onlara taş atmıyorum, geçelim) Harrods'dan geriye yürüyüp Kensington Road'dan sağa kıvrıldığınızda Hyde Park Corner'a geleceksiniz. Burada Wellington kemeri vardır. Sağınızda göreceğiniz Green Park da kraliçenin evciği olan Buchimgham Palace'a ev sahipliği yapıyor. Bence saray kısımını, saray muhafızlarının nöbet değişim seremonisi olan bir güne ve saate bırakın. Biz gittiğimizde üstüne bir de Abba'dan “Dancing Queen”i çalarak beni oldukça şaşırtmışlardı...

Şimdilik Abba’yı bir kenara bırakıp alışveriş ağırlıklı turumuza devam edelim ve Picadilly Street'den yürüyelim. Yolun sonunda Picadilly Circus'u bulacaksınız. Hani şu fotoğraflarda ve filmlerde gördüğünüz, dev neon tabelaların ışıldadığı meydan. Yalnız fotoğraf çekmek şart burada, çekmeyeni dövüyorlar. Çekin fotoğrafınızı sonra da kendinizi Picadilly Circus'dan yukarı çıkan Regent Street'e vurun. Ben Barbour'umu bu caddede, Highlander adlı mağazadan 100£'a almıştım (Pound 2 lira civarındaydı ve o zaman burada aynı monta 600 istiyorlardı) Bu güzel caddenin sonunda geldiğinizde kendinizi Oxford Circus'ta bulacaksınız... Yani turumuza başladığımızı Oxford Street'in tam ortasında. Artık yorulmamış olma itimaliniz yok, binin metronuza, dönün otelinize. Gece için sadece uyumayı öneriyorum ama halen gücünüz varsa aşağıdaki notlarda paylaştığım alternatiflerden birini seçebilirsiniz.
Ertesi güne Madame Tussauds müzesi ile başlayabilirsiniz. Hani şu balmumundan heykellerin gerçekliği karşısında dumur olunan yer. Hem bu yıl Koç ailesinin desteği ile yenilenen Atatürk mumyasını da görürsünüz. Keyifli bir yer aslında. Hemen yanında da Planetarium var. Gökyüzüne, yıldızlara meraklıysanız burayı görmeden geçmeyin. Hele kubbenin içinde yaptıkları bir gösteri var ki izleyince insan kendini küçücük hissediyor. Buradan çıkışta öğlen yemeğinizi Regent Park'ta yiyebilirsiniz. Eğer günlerden Pazar ise hemen yakındaki Camden Park'a gidin ve bit pazarına dalın. Alışveriş yapacaksanız esas mekân burasıdır bence. Haftaiçiyse Baker Street ya da Regents Park istasyonundan kendinizi metroya atın ve Westminister'a gidin. Burada parlamento binasını ve Big Ben'i görün, V for Vendetta filminin sonunu hatırlayın. Yine bu bölgede bulunan ve kraliyet taç giyme törenlerinin yapıldığı Westminister Katedralin’e bir göz atın. Ve bu defa günü akşamüstü, çok geç olmadan bitirin çünkü Lonrda'da yaşanması gereken bir de gece hayatı da var, öyle değil mi?
Ertesi güne eski şehirden, doğudaki “City”den, hatta daha da abartıp Greenwich'den başlayabilirsiniz. Evet, o Greenwich :) Hani şu ilkokuldan beri kulağımıza çalınan sıfır meridyenin geçtiği, memleketlerin saat farklarını hesaplarken +2, -5 derken “0” kabul edien yer. City kısmında önünde şu meşhur cin şişelerinde resmini gördüğümüz Beefeater'ların nöbet tuttuğu Tower of London ve hemen oradan şehrin güneyine uzanan Tower Bridge vardır. Köprüden güneye geçip batıya yönelerek London Bridge'den tekrar Thames Nehri’nin kuzeyine dönmek gibi bir çılgınlık yapabilirsiniz. Ama ben metroya atlayıp Covent Garden'a gitmenizi ve öğlen yemeğinizi buradaki cafe’lerden birinde yemenizi tavsiye ediyorum. Covent Garden'dan güneybatı istikametinde yürürseniz Lecister Square'e geleceksiniz ki bu da son derece keyifli bir bölge. Covent Garden ile Oxford Street arasında da meşhur Soho yeralıyor. Londra'ya gelmişken onlarca tiyatro ve sinemasıyla Soho’da bir tiyatro veya müzikale gitmemek olmaz. Ama notlar kısmında bilet ve kültür etkinlikleriyle ilgili önerilerime muhakkak bir göz atın.

Üç gün boyunca gezdikten sonra bir gününüzü mutlaka ama mutlaka British Museum'a ayırın. Aslında bir gün de yetmez ama neyse... Bu müze tüm dünyadan toplanan (kaçırılan) eserlerle doludur. Tıpkı New York'da bulunan Metropolitan Müzesi gibi her bölümü ve tüm galerileri gezmek isterseniz bir günden fazla ayırmanız gerekir. National Gallery ve Tate Gallery de sanatseverler için olmazsa olmaz yerler. (Demek ben o kadar sanatsever değilmişim ki bu kadar ziyaretin hiç birinde ikisine de uğramamışım)

Bundan sonrası kendi ilgi alanınıza göre şehrin farklı yerlerini keşfetmek, sokak sokak dolanıp gezinmek ya da London Eye'a binip şehri dev bir dönme dolabın kabininden izlemek size kalmış. Bugün olsa güneyde bir ay kadar yaşadığım ve Distirct Line'ın son durağı olan Richmond'a giderdim herhalde. Ya da Hyde Park'daki şezlonglara oturup kitap okurdum. Akşamları müzikallere, gece de club’lara giderdim. Elbette bu benim Londram, ve siz kendi Londra'nızı kendiniz yaratacaksınız. Belki Regent Park'ın üst tarafındaki hayvanat bahçesi ilginizi çekecek, belki City tarafındaki Royal Shakespeare Company ya da bir Premier League maçı..

Kültür – Sanat Etkinlikleri ve Bilet Meselesi
Londra bir sanat şehri. Zevkinize göre bir müzikal, tiyatro, opera mutlaka vardır. Muhakkak en az birkaç performansa gitmelisiniz. Burada önemli olan nokta bilet bulabilmek. Tüm performansların biletleri aylar önce satışa çıkıyor ve tükeniyor. Önceden plan yapıp internetten bilet satın alabilirsiniz. Şayet Türk olmanın kaçınılmaz sonucu olarak işinizi son ana bıraktısanız da üzülmeyin. Lecister Square gibi meydanlarda bilet satan kiosk’lar göreceksiniz. Buralarda şansınızı deneyebilirsiniz. En olmadı performansın yapılacağı salonun önüne 1-2 saat önceden gidip kartal gibi gözlerle fazla bileti olup da satmak isteyenleri kesebilirsiniz. Biz Notre Damme de Paris gösterisi için fazladan bir biletimizi bu şekilde vermiştik ;) Bilet için şu websiteleri de işinize yarayacaktır; TimeOut, TicketMaster, TheOnlineTicketShop ve MyTicketMarket.

Yeme – İçme

İngiliz mutfağı diye bir şey olmadığını belirterek başlayalım işe. Bir iki yemek ve tatlı dışında kayda değer bir yemekleri yok. Bu nedenle pek çok farklı kültürün, milletin yemeklerini bulmanız mümkün. Hint, Paki, Çin, Türk, Yunan, İtalyan, Fransız, Doğru Avrupa milletlerine ait pek çok etnik restaurant mevcut. Bunların dışında bir de uluslararası mutfak kabul edilen yerler var... bizim House Cafe, Midtown, Otto gibi. Benim öğlen yemekleri için favorim üçgen sandviçleri, salataları ve dürümleri ile Pret a Manger'lerdir. Çok sıkışırsanız fast food her zaman her yerde var. İlle böyle bir yemek yiyecekseniz bari McDonald's’a dalmak yerine sokaktan fish & chips alın ve mutlaka bir kez de bir Pub'da yemek yiyin. En iyi şişe suyununun (Volvic) tadı bizim burada rafa koysan satılmayacak cinstendir. Şansınız varsa bazı marketlerde Erikli bulabilirsiniz. Bulamıyorsanız üzülmeyin, soda için. İçmek dedik, aklıma sigara geldi. Dünyanın en pahalı sigarası sanırım İngiltere'dedir. Paketi ben bıraktığımda 5 £ civarındaydı, şimdi duyduğuma göre 7-8£ olmuş. Bir paket sigaraya 21-24YTL vermek istemiyorsanız buradan götürün, rahat edin.

Ulaşım
Turla gitmiyorsanız önce havalimanından şehre gelmeniz gerekecek. Şayet Heathrow'a indiyseniz işiniz kolay, metro emrinize amade. Picadilly Line sizi uzuuun bir yolculuk sonunda şehrin merkezine ulaştırıyor. Biraz paranız varsa ve vaktiniz azsa Paddington Station'a giden ve 30dk süren ekspres trene binebilirsiniz. Taksi ise ancak 3-4 kişiyseniz mantıklı olacaktır.
Şehir içinde ulaşım için yukarıda bahsettiğim gibi metro en mantıklı ve hesaplı seçenek. 1,2 ve 3. zone'ları kapsayan bir kart işinizi görür ama siz yine de kaldığınız yere en yakın metro istasyonunu ve gitmek istediğiniz yerleri göz önüne alarak kendinize göre bir zone hesabı yapın. Bunun yanında metronun gitmediği yerlere ulaşmak için çift katlı otobüsleri kullanabilirsiniz. (Yukarıdaki haritayı CTRL + tık ile ayrı bir penerede açıp print edebilirsiniz. Gitmeden önce planlamada yardımı dokunacaktır)

Eğlence ve Gece Hayatı
Londra elbette müziğin başkentlerinden biri ve burada pek çok konser ve etkinlik yakalayabilirsiniz. Önerim bir adet Time Out London almanız veya gitmeden önce websitesinden etkinlik takvimini incelemenizdir. Time Out'un bir diğer güzelliği de şu anda benim bilmeme imkan olmayan yeni club ve barları size listeleyecek olması. Bir klasik olan Ministry of Sound şehrin güney kesiminde bulunuyor ve buraya en yakın metro istasyonu Elephant & Castle. Bir ara Fabric pek revaçtaydı ama şimdi ne oldu bilemiyorum. Victoria'daki SW1 ya da Hammersmith'de karakolun karşısındaki adını hatırlamadığım mekan duruyor mu acaba? Belki cevabını siz bulursunuz.

Tabi nereye giderseniz gidin dünyanın pek çok yerinde yaşayabileceğiniz “kapı” sorunsalı burada da var. Tipinizi beğenmediğinde “sorry mate, guest list only” cevabı alabiliryorsunuz. Bunu bertaraf etmek için gideceğiniz mekanı önceden arayın ve becerebiliyorsanız, ağzınız laf yapıyorsa kendinizi o “guest list”e dahil ettirin. Tabii her yabancı şehirde olduğu ve benim de sık sık tekrarladığım gibi bir şehrin gece hayatını tam anlamıyla yaşamak için o şehirde yaşayan ve bu tip yerlere giden bir arkadaşınız olması gerekiyor. Bu konuda ayıp günah yok, yakın arkadaşınız olmasa bile işe yarayacağını düşünüyorsanız o kişiden “cool”luğunuzu bozmadan yardım isteyin. Eğer kızsanız işiniz çok daha kolay tabii ;)

Becermediyseniz üzülmeyin. Soho civarındaki pub'lar her zaman gidilebilecek yerler. Fakat duyduğum son haberlere göre publarda uygulanan sigara yasağı mekânların havasını ve keyfini kaçırmış. Varsın olsun, gelsin hakiki İskoç malt viskiler, gitsin ale'ler. Şimdi soğuk bir Guinness ne güzel giderdi ama!

Ne zaman gidilir?
Bendeniz güneşli hava yakalama şansının en yüksek olduğu Temmuz ve Ağustos aylarını tercih ederim. Bu aylar dışında Londra'ya gidiyorsanız her an yağmur yağabilir. Tabii yağmurla bir sorununuz yoksa istediğiniz zaman gidebilirsiniz, ha şakır şakır ha çisil çisil, hepsi yaş.

Nasıl gidilir?British Airways ve THY'nin her gün karşılıklı 3’er seferi bulunuyor. THY'nin bir seferi dışında hepsi de Heatrow'a iniyor. Bunun dışında pek çok Avrupalı havayolu şirketi (SWISS, Lufthansa, KLM vb) aktarmalı olarak Londra'ya uçuyor. Heatrow bizim Atatürk Havalimanı gibi şehrin bir numaralı havaalanı. Sabiha Gökçen muadili iki havalimanı daha var; Gatwick ve Stansed. Bir de City Airport var ama oraya sadece küçük uçaklar iniyor.

Kısıtlı bir bütçe ile gidiyorsanız easyjet’le uçmanızı tavsiye ederim. easyjet Sabiha Gökçen'den Londra'nın hemen dışında bir kasaba olan Luton'a uçuyor. Bir seferinde Amsterdam'dan uçmuş, pasaport kontrolünde sadece gülümseyerek geçmiştim. Sonra buradan otobüslerle şehre ulaşmanız mümkün.

Nerede Kalınır?
Ben genelde kiralık evlerde kaldığım için ve arkadaş grubumuzla gittiğimizde de bu otel işini Ferit ayarladığı için bilemiyorum ama gecelik kişi başı 50£ civarı normal bir fiyat denebilir. İnternet üzerinden araştırmakta fayda var. Fakat dikkat edin, şehrin dışında veya metro istasyonu olmayan bir otele düşmeyin. Ben yine size HRS'i öneriyorum.

Dikkat Edilmesi Gerekenler / Notlar
  • İngilizler soğuk insanlar değil, onlar başka bir dünyanın insanları. Değer yargıları, bizim dünyamıza bakışları, espri anlayışları her şeyleri farklı.
  • Tax Refund sistemi İngiltere'de de geçerli. Alışverişlerinizi tek bir mağazadan yapmaya çalışın ki gereken minimum limiti doldurabilin. Olmuyorsa arkaşınızla anlaşın, biriniz bir mağazada diğeriniz diğer mağazada toplu ödesin, sonra aranızda hesaplaşın.
  • İngiltere'de ve özellikle Londra'da çok fazla yabancı var. Şehir merkezinde değil ama tenha semtlerde gece sorun yaşabilirsiniz. Ben soyulmuştum mesela. Paranızın tümünü asla aynı cebinizde ve cüzdanınızda taşımayın ve az olan cepteki parayı “that's all I have” diyerek takdim edin, basın gidin.
  • Huzursuz bir ortamda karşıdakini biraz ürkütmek için yüksek sesle Türkçe konuşmak da işe yarayabiliyor. Neticede senin de yabancı olduğunu farkedip ne menem biri olduğunu çözemediği için ilişmiyebiliyor. (Deli deliyi görünce sopasını saklarmış)
  • Yediğiniz, içtiğiniz yerlere ek olarak taksilerde de %10 bahşiş vermek adetten
  • Poundlarınızı buradan alıp gidin, Dolar ya da Euro alıp orada Pound'a çevirmek salaklık olur. Dönerken elinizde İskoç Pound'u varsa İngiliz Pound'u ile değiştirmeyi unutmayın, burada geçmez. Elinizde kalan bozuk poundlarla da havalimanında kahve için, magnet falan alın.
  • Publar 11:00'den geceyarısına kadar açık. Club'a gitmediyseniz geceniz burada biter
  • Metro her ne kadar 01:00 civarına kadar çalışsa da gece şehirde hizmet veren “Night Bus”lar var. Gece eğlence çıkışı bunları kullanabilirsiniz.
  • Aslında gece çıkacaksanız en güzeli mahallenize en yakın kaçak taksi durağını bulmanız ve anlaşmanız olur. Bu durakları sokağa doğru çıkmış, fır fır dönen sarı tepe lambalarından tanıyabilirsiniz. Araçlar biraz eski olabiliyor ama gideceğiniz yere götürüyor, dönüşte de alo diyince gelip sizi alıyorlar. Gece takisye binmekten çok daha ucuz ;)
  • Londra'nın pahalı olduğunu yazmış mıydım? Şaka yapmıyorum, gittiğinizde kulaklarımı çınlatırsınız.
  • Ortalama bir İngiliz ortalama bir Amerikalı'dan daha zeki olduğu için yeni tanıştığınız biriyle bile muhabbet etme şansınız var. Kendisinin ya da bir yakınının Türkiye'de tatil yapmış ve Gümbet barlarında rakı+sprite içmiş olması da yüksek bir ihtimal.
  • Çay isterken “black tea” demeyi unutmayın. Yoksa sütlü gelebilir. Gerçi çay adetlerine göre karıştırıp getirmek büyük ayıp... Süt ve limon yanında gelmeli ve siz eklemelisiniz. Bu arada çayları bizim çaya göre hafif ve demsiz. O nedenle Earl Grey gibi aroması yoğun olanları tercih edin.
  • Tiyatro ve müzikal sevmeyebilirsiniz ama birine mutlaka gidin. Phantom of the Opera'da kafamın üzerinden “vuuumff” diye sallanan dev avizeyi unutmam ne mümkün!?
  • Time Out London websitesi incelenmeli, gidildiğinde derginin kendisi alınmalı.
  • Valla ne diyim şimdi... güzeli güzel bu İngiliz kızlarının. Yaz-kış çorapsız, kısacık elbiselerle fiti fiti gece dışarı çıkmaktalar. Pek de şen şakrak oluyorlar. Kendinize biraz güveniyorsanız ve İngilizceye hakimseniz “cool”luğunuzu bozmadan şansınızı deneyebilirsiniz. Bir süre sonra zaten anlamasanız da eğleniyorsunuz. Aynı şeyi kızlar için söyleyemiyorum zira İngiliz erkeleri genelde çirkinler. Yakışıklı olanların ise gay olma ihtimali ise %90.
Faydalı Linkler
Londra'yı gezerken işinize yarayabilecek, gitmeden alıp planlama yaparken de kullanabileceğiniz iki gezi kitabı tavsiye etmek istiyorum;

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara